Ümit Yalçın Doğan, aynı zamanda ilk romanı olma niteliği taşıyan eserinde; seksen üç yaşında bir kadının hayatının tüm dönemlerine bakış atarak ve günbegün yalnızlaşma sürecini anlatarak neredeyse yüz yıllık bir sürece dokunuyor. Yazarın modern bir meddah üslubuyla sunduğu metin çok katmanlı yapısı, vücuda getirdiği karakter sayısı ve masalsı diliyle büyük usta Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” eserine saygı niteliğinde.
Romanın adı “Elibittibile” aynı zamanda tersten ve düzden okunduğunda değişmeyen yapısıyla bir palindrom özelliği taşıyor. Metin içerisinde de kimi zaman bir kumar masasında kimi zaman da bir cenaze töreninde karşımıza çıkan “eli bitti bile” cümlesi aslında hayatın ne kadar kısa ve kıymetli olduğunu ve maalesef bir sonu olduğunu anlatmayı amaçlayan bir metafor.

Romanın açılışı başkahramanımız Gülten Bursalıgil’in yaşamından ufak bir kesit sunan vahim bir hadiseden oluşmakta. Ardından yazarımız geçmişe dönüş yapmak suretiyle 1923 yılında gerçekleşen Türk-Yunan nüfus mübadelesinden kesitler sunarak bizleri Gülten Hanım’ın ailesine konuk ediyor ve buradan da hanımefendinin doğumuna dek yaşanan bazen neşeli bazen de hüzünlü olaylarla okuyucuyu hikâyesine çağırıyor.
Gülten Hanım’ın dünyaya gelmesiyle birlikte bol miktarda doğum, ölüm, evlilik, boşanma, aşk ve nefret içeren sıradan hadiseler eşliğinde, okuyucunun merakını kaybetmeyecek enteresan hikâyeler ve karakterler ile kimi zaman koşarak kimi zaman durularak fakat adım adım ısınarak dâhil oluyoruz romana. Romanın dokusunu bozmayacak ve metne uyum sağlayacak biçimde yerleştirilmiş bazı ansiklopedik bilgiler ile hikâyelerin içerisinde kurgu kişisi olarak yer alan, kamuoyu nezdinde tanınan karakterler de birer tatlı sürpriz olarak karşımıza çıkmakta.
Yaşam hem uzun hem de çok kısa. İnsanın en büyük şansı pek merak ettiği ölüm vaktini bilmemesidir belki de. Gülten Hanım bir fasit daire misali süregelen ömründe, onları ne zaman kaybedeceğini bilmeden sarılıyor sevdiklerine. Ümit Yalçın Doğan da bu inişli çıkışlı hikâyesinde eşlik ediyor Gülten Hanım’a. Yolculuklardan bahsediyor çünkü yaşam da bir yolculuk. Beklemekten bahsediyor çünkü yaşam beklemekle başlar. Bu metnin başlangıcı da bitişi de yaşama dair. Gülten Hanım’ın günbegün yalnızlaştığı öyküsü bundan ibaret.

ÜMİT YALÇIN DOĞAN
1985 yılında Ayşen ve Yılmaz’ın ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Mardin, Hatay, Van, Uşak, İzmir, Ankara ve İstanbul’da yaşadı. Çok gezdi, çok okudu. Şimdi sıra yazmakta.
Hacettepe Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşü güzel” diyerek ver elini İstanbul. İçinden edebiyat geçen şehir. Boğaz, erguvanlar, martılar.
Rüzgârın verdiği özgürlük hissini tadınca motorları, yelkenleri ve içinde rüzgâr geçen şarkıları sevdi. İlk defa “bana esmeyi anlat” dediğinde gitarı vardı. Sonra envaitürlü enstrüman. Şimdi göz bebeği klarnet.
Koşturmak boş durmaktan iyidir ilkesiyle tecrübe peşinde koşmaya devam. Yazmaya başladıktan sonra kalemi bırakmak da mümkün değil. Bu ilk roman. Devamı da gelecek.
Mutlu olmak bir seçimdir elbette ama çevrenizden beslenir. Mutluluğunu eşi Nilay ve oğlu Atlas’tan alıyor. Kıymettarları ile İstanbul, Suadiye’de yaşıyor.